11 Temmuz 2010 Pazar

Domino MiM'ing



"All day all day, whatch them all for down
All day all day, domino dancing
"

.......eveeet.. bu kadar.. 'LOL tamam bu kadar değil.. Pet Shop Boys'un bu çok sevdiğim şarkısı bana ilham vermedi fakat aklıma gelen mim'e hem başlık hem de tema oldu.. Bu nasıl bir şarkıdır diyene şarkının linkini veriyor ve peki bu nasıl bir mimdir diyen sen sevgili fellow'er ımın sorusunu yanıtlamaya başlıyorum..

Birbirinden bağımsız 7 tane görüş/tanım/yorum yazıyoruz bu mim'de.. İşin dominosal kısmı ise şu, her madde bir öncekinden bir kelime referans alacak.. Mesela kedilerin bazen ne kadar da garip sesler çıkardığından bahsettiysek, bir sonraki maddede de sesimizin aslında o kadar güzel olmadığını ama şarkı söylemeyi çok sevdiğimizden yakınacağız.. Yani bu mim'in olayı birbirine kelimelerle bağlı ama konularla bağımsız yedi tane küçük blog yazısı yazmak.. Birinin içindeki bi kelime diğerini tetikleyecek böylelikle domino etkisi oluşmuş olacak..

İlk defa mim "yaratmanın" yüklediği "sorumluluk"la yazmaya başlıyorum;


# Fransızca'ya ve Fransız diline onu ancak Burhan Altıntop konuşuyorsa tahammül edebiliyorum.. Onun dışında bana sanki belli bir kuralı olmayan, keyfe göre konuşulan, anlatılmak istenen şeyi dolaylının da ötesi bir tarzla anlatan bi dil gibi geliyor.. Bu dilde sakince bir şey anlatamaz sanki biri veya Fransızca ile fıkra anlatamaz sanki insan.. Burhan Fransızcası'nın sevdiğim yönü ise Burhan bu "kafasına göre konuşma" modunu bilerek yapıyor çünkü konuşamıyor.. Konuyla ilgili güzide bir ekşi sözlük entrysi için bkz da verelim..

# Kendisini ödünÇalınmış bir tanımlamayla "Eiffel Kulesinden bile daha Fransız" bulduğum Jean-Christophe Grangé tartışmasız favori yazarımdır.. İlk kez 2005 yılında tanıştım bu harika adamın kitaplarıyla ve ters köşe tarzıyla, jilet keskinliğindeki konu tercihleriyle, 1440p çözünürlüğündeki betimlemeleriyle, yarattığı atmosferle, seçtiği karakterlerle uzun yıllar boyunca "en sevdiğim yazar" ünvanını korumayı garantiledi.. Hem de her romanıyla.. Favori Grangé kitabım ise yine tartışmasız bir şekilde "Siyah Kan"dır.. Jaques Reverdi candır.. Okumayan yalvarırım okusundur, okudukça beni hatırlasındır..

# Artık hemen hemen herkesin bildiği ve bilenlerin yarısının ilahlaştırdığı, yarısının da en ufak bi kusurunu bulmak için çırpındığı bir fotoğrafçı Mehmet Turgut.. İlk başlarda, yani kendisini henüz çok fazla işi ve çekeceği bir sürü ünlüsü olmadan Yüxexes dergisi için çektiği fotoğrafları sayesinde biliyor ve yaptığı işleri seviyordum.. Fakat sonra küçük bir farkındalık yaşadım ve çektiği fotoğrafların hep birbirini andırdığını fark ettim.. Bu beni rahatsız eder mi?! Hayır.. Fotoğraf sanatıyla o kadar da ilgili değilim.. Burda değinmek istediğim şey Mehmet Turgut'un estetik kattığına inandığım "kan" olgusu.. Fotoğraflarında sıkça bu temayı kullanan Turgut bir programda kanı çoğu kişiye çağrıştırdığı anlamıyla değil, hayat sıvısı yönüyle ele aldığını ve bu yüzden çok sık kullandığından bahsetmişti.. Güzel bir yaklaşım diye düşünüyorum açıkçası..

# Fotoğraf çekerken bambaşka olan o kadar çok insan tanıyorum ki.. Hayır tamam, muhtemelen siz de tanıyorsunuzdur.. Ama çevremde öyle insanlar var ki normal hayatında tamamen "loser" diye yaftalanabilecekken objektif karşısında adeta bir kahramana dönüşüyorlar.. O kendinden emin olamayan tip gidiyor ve yerine bir süper ego geliyor sanki.. Aynı şekilde aşırı yüksek özgüvenli birinin de fotoğraf çektirirken buharlaşmaya yakın bir moda girdiğini görmüşlüğüm olmuştu.. Gel de -dolaylı yoldan olsa da, sanatın gücüne inanma..

# Özgüven denen şeyin çok gelir geçer ve değişken olduğunu düşünenlerdenim.. Bence kendine güven denilen şey aslında kişide sabit bulunan bir artı özellik değil, kişide ortama, olaya ve kişisine göre değişen bir şey.. Yani topluluk içinde kendine güvenmeyen birinin ikili ilişkilerde harika olması buna bir örnek teşkil edebilir bana göre.. Aynı şekilde ikili ilişkilerde yeterli özgüvene sahip olamayan biri 7000 kişini önünde sahne alabilir.. (Gerçi sahne alma duygusu bambaşkadır fakat verdiğim örnekler hala geçerli fellow:) Farklı özgüven çeşitlerinin olduğu bir gerçek fakat ben inanmıyorum ki tamamen kendine güvenen bir kişinin tüm güven kaleleri yıkılmaz olsun..

# Şu an okuduğunuz kelimeleri yazan Syntinen kişisi tarafından en azından bir kereliğine de olsa Oscar kazanmak istediğini duymuşsunuzdur (veya okudunuz, tamam 'lol) Peki merak ettiniz mi bu isteğe nasıl kapıldı?! (Bu üçüncü tekil şahıs anlatımı uzun hikayelerin başına yakışır, ben'e dönüyorum süratle:) Oyuncu olma isteğim Heath Ledger ve filmi "10 thins I hate About You" yüzündendir.. Ama Oscar kazanıcam ben! hayali ironik bi şekilde tiyatroda sahne almamdan peydahlandı.. Hazırlık sınıfında çok basic bir ingilizceyle hazırlanmış oyun Romeo&Juliet'ti, ben ise intihar etmek yerine mücadele etmeyi tercih edicek ve Romeo'sunu beğenmeyen bir Juliet'tim.. Artık William Shakespeare'in yazdığı muhteşem oyundan mı yoksa bittiğinde aşırı alkış almamızdan mı bilemiyorum, selam vermemiz bittiğinde sadece oyuncu olmanın beni kesmeyeceğini, ödüllü bir oyuncu olmak istediğimi anlamıştım.. 14 yaşında bunu istemiştim ve üzerinden altı yıl geçmesine rağmen imkansızlığını reddetmekteyim..

# Tahmin ediyorum ki çoğumuzun favori bir cümlesi vardır.. Yoksa bile duyduğunda "negzel demiş ya!" tepkisi verdiğin bir veya 10 cümle vardır, yok deme.. Bence hatırlamıyorsun 'lol.. Efendim şaka bir yana benim bir değil bir kaç tane var.. Özellikle de Ezel'in konuşula konuşula bitirilemeyen Ramiz Dayı'sından sonra çeşitli paylaşım sitelerinde herkesden bi aforizma fışkırmaya başladı.. Ramiz dayı kadar olmasa da bu konudaki baş tacım Shakespeare'dir.. Başka isimlerle örneklersek; Nietzsche imzalı "Derin olduğunu bilen kimse kolay anlaşılır olmaya çalışır.. Kalabalıkta derin görünmekten hoşlanan kimse ise anlaşılmaz olmaya çalışır..!" sözünü ve Peyami Safa'nın "Yaşlanarak değil yaşayarak tecrübe kazanılır.. Zaman insanları değil armutları olgunlaştırır..!" ayarını çok severim.. Ama en sevdiğim, William Shakespeare'den geliyor "Yara izlerimiz, bizlere geçmişin gerçek olduğunu hatırlatır.." iyidir..


Eveeet.. Sevgili fellow'er.. Geldik ilk by Syntinen etiketli Mim'in sonuna.. Umarım okurken güzel vakit geçirmişsinizdir.. (Kendimi Oprah gibi hissettim..'lol) Gelelim bu Mim'i iletmeye; domino taşlarını Sevgili Finduilas, HBBA, Anti-Kahraman, StummScream, Lillie, Mrs.Baros, Glamdring, Kült Ablası, .cRn., a.nur ve Berith'e doğru yuvarlıyorum.. Umarım en az benim kadar keyifle yaparsınız bu mim'i diyorum, Oprah'a bir daha selam çakıp huzurunuzdan ayırlıyorum..

Paul IN, Squidward OUT



Paul hakkındaki yazımı aslında İspanya-Hollanda maçından sonra yazmayı planlıyordum.. Yurtta Galatasaraylı, cihanda hem Galatasaraylı hem de Barcelona'lı olduğumdan İspanya'nın kupayı kazanmasını çok istiyorum ve maç istediğim gibi sonuçlandığında buraya gelip Paul'e methiyeler düzmek, uğruna akrostiş şiirler yazmak, bir daha ahtapot yememeye yemin etmeyi tercih ederdim.. Fakat kendisi bugün oynanan Dünya Kupası 3.lük maçının skorunu da tahmin etti ve erken de olsa bi kutlamayı hak etti..

Bu arada; Paul kim mi?! Bi akvaryumun içinde yaşayan ve üzerine bayrak resmi yapıştırılmış ve içine yem konulmuş plastik kaplarla "fal" bakıp kehanette bulunan pek sevimli bir ahtapot nam-ı diğer "kahin ahtapot"..

Uğruna Facebook grupları açılmış, defelarca tweet edilen, sözlüklerde onlarca kez tanımlanan ve kehanetlerini artık canlı yayında yapan bir ahtapottan söz ediyoruz.. Aslında büyük ihtimalle bu detayları vermem bile gereksiz çünkü 2010 Dünya Kupası'nın 3 harikasından biri olmayı başardı Paul.. Diğer ikisi için bkz: vuvuzela ve tabii ki bkz: ömer üründül..

Oynanan futbolu yazmak isterdim size, fakat geç kaldım.. Gözlemlediğim ve öne çıkan futbolcuları, teknik adamları yazmak isterdim.. Veya yapılan hakem hatalarından da bahsedebilirdim.. de artık kupa bitti be canım*! haklı tepkisini almam son derece gereksiz bence 'lol Aynı şekilde haftalardır mevzusu bitemeyen vuvuzela'ların sesinden ne kadar nefret ettiğimi ama alışkanlık haline gelen bu durumu Coca-Cola'nın verdiği ve çakma olduğunu tahmin ettiğim vuvuzelayı öttürerek pekiştirdiğimi de yazabilirim.. Ömer Üründül'ün "futbol nağadar da inanılmas bi oyundur!" temalı davudi sesini, futboldan uzak yorumlarını ve Cengiz Semercioğlu'nun kendisine olan tiksinme halini de irdeleyebilirim.. Ama öznemiz Paul.. Çünkü vuvuzela'nın aksine tamamen bireysel, çünkü sn.Üründül'e göre tamamen tutarlı..

Normalde görmeye pek tahammül edemediğim vantuzlu kollara Paul sayesinde bakar oldum.. Yaptığı "kehanet"lerden ve ülkemizin güzide yerli Paul'ü Maradona sayesinde (ki bu hayvana bu ismi Arjantin elendikten ve Paul ünlü olduktan sonra vermedilerse ben de Messi'nin gizli aşkıyım) "Acaba tüm ahtapotlar mı psişik lan?!" diye düşünmeye yan yüklü oldum.. Plastik kapların üzerine türünden beklenmeyecek bir sempatiklikle süzülen Paul'ü görünce aklıma karanfil satan tombulsal roman teyzelerin el falı bakmasının gelmesini normal karşılar oldum.. Ve tabii ki maçları "Ya Almanya alıcak.. Paul gitti Almaya dedi, daha önce de bilmiş yani.." yüzeyselliğiyle kasmadan izler oldum.. (Bu durum Almanya veya Uruguay'ı desteklemiyor olmamdan da kaynaklanabilir tabii..) Kısacası Paul ile ilk etapta kulağa çok saçma ve gülünç gelen şeylerin işimize geldiğinde nasıl ciddiye alınabileceğini bir kez daha görmüş oldum, görmüş olduk..

Yazdıklarımı abartılı bulanlara şunlardan bahsedelim; Bitime bir maç kala etrafta peluş ahtapotlar, ahtapotlu t-shirtler kol geziyor, İspanya kahraman(!) ilan ettiği Paul yüzünden lokantalarının çoğundaki menülerden ahtapotu çıkarıyor, Dünya'nın çeşitli yerlerinden zoologlar bu davranışın nereden peydahlandığını tartışıyor, İtalya basını Paul ile hayali bir röpörtaj düzenliyor.. Bu dediklerimi nerden mi biliyorum?! Ülkemizde yayınlanan gazatelerin spor sayfalarından..

Yarın Paul'ün kehaneti(!) tutar mı, bilemiyorum.. Dünya Kupası bittiğinde bu hayvancığın sonu ne olur, bilemiyorum.. Bildiğim şey ister küçük şartlanmalar ve büyük tesadüfler sonucu olsun, isterse bünyesinde bulunan psişik güçlerden dolayı olsun Paul çoğu türdaşını geride bırakarak tarihe geçmiştir.. Ama kesin olan şey şu ki Dünya halkına Squidward'ü, Türk halkına da Tarkan filmindeki meşhur keten ahtapotu unutturdu ve bu bile başlıbaşına bir başarıdır..