11 Kasım 2011 Cuma

Mektup

Benim değil bu yazı.. Ben yazmadım.. Ama istiyorum ki herkes okusun; herkes bunları yazabilecek bir adam olduğunu ve o adamın bunları yazdırabilecek bir kadına aşık olduğunu bilsin istiyorum.. Çok etkisinde kaldım, itiraf ediyorum..

-------

Parçaları kaybolmuş bir yapbozdu hayatım; getirdin eksik parçaları, tamamladın beni.. Yaşamak için bir sebep lazım, bir bahane.. Sen varsın ya, daha ne olsun?! Geldim sana her şeyimle.. Kesmekeş.. yorgun.. keyifsiz.. tutuk ve teşne.. Sen karşımda bir ilah gibi.. peri gibi.. prenses gibi.. benim gibi.. sen..

Kaçak yolcusuydum sanki hayatın, kaçırdığım istasyonlar ardımda.. İnsem… Gitsem bir kalbe, çalsam kapıyı, üç günlük misafir karşılaması.. Yine yanlış gelmişim..

Kalbim senin hayatım, kalbim senin.. Geldiler, oturdular bir çay içtiler yahut kahve; yatıya kaldı kimileri.. Ama hepsi misafir… Sen yerleştin, eşyalarını getirdin, ellerini, tenini, sesini, kokunu; yerleştiler hepsi bir bir yerlerine.. Senin artık burası.. Kokun sinmiş her yere..

Yüzünü özledim, gözlerini.. Gözlerini ovuştursan da anladım, mor menekşeler gibi açmış yalnızlık, göz altlarında.. Mutevazi ve mutevazı iki gül bahçesi.. Siyah bir gül tam ortada.. Dudakların utandı; yalanlarından ve söyleyemediklerinden, kıpkırmızı olmuş bu yüzden.. Dudakların dudaklarımın arzusu.. Alnında bir çizgiyim ben.. Sana bakmak güzel şey.. Burdan bakınca intiharıma benziyorsun..

Gel otur yanıma.. Yaşlanınca gidersin.. Yüzüne düşmüş bir gülün gölgesi.. Beni üşüme, beni düşün.. Çok üşüdüm seni.. Giyin, gel otur yanıma.. Sonra soyunursun.. Sonra benimsin.. Rüzgara ver yüzünü.. Yaşlanınca gidersin.. Sus! Karış kanıma.. Konuşursan bitersin.. Yüzüne düşmüş bir gülün gölgesi.. Olur ya, belki seversin..

Kelime mi bilmiyorum onlar mı beni bilmiyor?! İkisi de değilse yetmiyor bunlar.. Biraz cin katıp yeni bir kelime mi hazırlasam, alkol oranı fazla sert bir kelime, sen daha iyi bilirsin belki.. Gece sabah olunca uyanıyor da, hece kalıyor be güzelim içinde adamın.. Bir kelime olamamak en acı, sen de iyi bilirsin.. Kelimelerini bükünce bana benziyorsun..

Bıçak yarası olsaydı daha iyiydi, olsun, bunu çekelim..


"Ama."


Yorganı uzatıver.

Kapıyı açtın, gözlerini kapadın.. İçimden geçen içinden geçiyor.. Yüreğinin atışı yüreğime denk.. "Ben senin bildiğin kızlardanım bebeğim, ben senin bildiğin kızım, ben seninim." Acıtınca kotumun düğmeleri, boşta kalan elinle ışığı kapat aşkım.. "Aşkın değilim bebeğim, bitanen de değilim, ben senin bildiğin kızlardan değilim aslında; yalan söyledim bebeğim affetme beni." "Issız bir hayata düştüm, seni aldım yanıma." Boş kalınca fısıldıyor dudakların. "Sevişirken araya karbon kağıdı koymayalım hayatım." Eğiliyorum, iki mutevazi arter… Kayboluyorum.. Ellerin gözlerin.. Ellerim gözlerim.. Türkçe sözlü hafif batı sevişmesi mi bu?! "Bebeğim." Gülme.. Birazdan deprem olacak! İki fay hattı dizlerin.. Kısa cümleler gibi küçük öpüşler.. "İçeri geçince müzik açalım olur mu?" Bunu söylemedin.. Duydum ama ben.. Ellerin ellerimdeyken şarkı söylüyorsun.. Gülüyorsun güller açıyor.. Hayır gül falan yok.. Bu aşkta gülün de bülbülün de yeri yok! Menekşe onlar.. Kurumadan mürekkebin, bir küçük öykü yazmamı istiyorsun.. "Sen dalga, ben çıplak bir ada." Biliyorum bebeğim, biliyorum, bu hâldeyken bize ambulanslar bile yol verir, durur dünya.. Göğünde kanat çırpan bir kuşum.. Maviliğinde, derinliğinde… Güzellik tanrıları ilham almış olmalı bedeninden.. Ellerimin arasında, beni çarpan tek içkisin, sek içkisin.. Bu hâlinle bana çok benziyorsun..

Işığı kapatıp lambayı açarken küçük su şişesinden soğuk soğuk içiyorsun beni, dudakların daha bir güzel.. Daha bir benim.. Boğuluyorum nehirlerinde.. Kaç fâilatün kaç mefâilün, gülüyorsun.. Ten dili ve âb-ı hayatı mı bu?! Bedeninde baştan yarat beni.. Tamam güzelim, biliyorum biz iki heceyiz bir kelime oluşturan, mübalağa yapmak istedim sadece.. "Sus." Susunca uykuma benziyorsun.. Evinde neden abajur yok, tamam o lamba da güzel ama neyse… "Güzelliğime kafiye arama bebeğim, ellerin varken…" Soyunurken öpüşlerime benziyorsun.


"Ama."


Sigara ver bana, evet yakıp ver

Yüreğimi çevirip çevirip okuyorum.. Kim yazmış bu acı romanı.. Gözlerim ağrıyor, bitmiyor.. Ömrüme tek tek çakılan çiviler, kerpetenle sökülüyor.. Biri bana "günaydın" desin.. Bitsin.. Bayat hayat, tok tutuyor, çok yenmiyor.. Sus! N'olur! Her şey kana muhtaç, ben sana.. Birazdan kan çıkacak.. Güneşin batışında birikir dağların üzeri kanla.. Gün doğmak üzere, kan çıkacak birazdan.. Uyurken düşlerime benziyorsun.. Atalım eskilerimizi.. Bu cümlenin öznesi özlenendir güzelim.


Günaydın sevgilim, kahvaltıdan önce sevişelim.. Gülüşelim sonra.. Bölüşelim, bitsin hayat.. Kafiyeleri de silelim ne dersin?! Uymasın birbirine hiçbir şey.. Senin dışında hiçbir şey istemiyorum içimdeyken sen, içindeyken ben… Ne diyordum, atalım eskilerimizi ve eksiklerimizi.. Ve dahi kesiklerimizi… Sen bileklerini kestiğini iddia ediyorsun ben dileklerini… Hâlâ yaşıyorsan ben haklıyım güzelim.. Kesme bir daha dileklerini… Tarifi yok hâlimizin, iki ay kaşığı gülüş, bir emek karşılığı öpüş ve bir kalabildiğine sevgili kısık ateşte kırıştırı(lı)nca olmuyor.. Kötü değil ama bu.. Kimse tutturamaz kıvamını.. Kimse bilemez bizi.. Kimse bizim gibi yaşayamaz.. Kimse sen, kimse ben olamaz.. Bir araya gelince anlamlı bir kelime olan iki heceyiz mi demiştim, yalan! Bir araya gelince her şeyi bozuyoruz, her şeyi anlamsız kılıyoruz, güzel olan bu.. Yaklaşıyoruz, uzaklaşıyoruz, uçuyoruz, konuyoruz, uyuyoruz, rüya yaşıyoruz, gerçek görüyoruz, biliyoruz, sıcaklığımıza çay koyuyoruz, susuyoruz, şaşıyoruz, üşüyoruz, bir gülün ağlamasına gülüyoruz, öpüşüyoruz, yalnızlığı omuzlarından sarsıyoruz, yıkıyoruz, kenara çekiliyoruz, sızıyoruz, üzerimizdekileri çıkarıp yıldızlara asıyoruz, bağırıyoruz, kavga ediyoruz, bıkıyoruz, yatıyoruz, kahvaltı yapıyoruz, gidiyoruz geliyoruz gidiyoruz geliyoruz, bedeninin şarkısına bir klip çekiyoruz, ellerimizi okuyoruz, zamanla kafa buluyoruz, zamanla kafayı buluyoruz, kalbimize nazar boncuğu takıyoruz.. Ekmek arası olsa daha iyiydi, olsun, böyle yiyelim.


"Ama."


Gökyüzünü önüme ser.

Kılcallarımda, dolaşırken yorgunluk, nikotin, alkol… Kimse tüketemez ömür denen çektiğimi.. Yüreğine oturmaya geldim.. Sahip olamadım misafir olayım mı dedim?! Bir çay içip gidecek miydim?! Kahve mi getirdin?! Fal mı baktın?! Söyle meraklandırma ne çıktı?! Neskafe mi?! Olmaz mı yani?! Çok bunaldım.. Sen başla ben kaldığın yerden ağlarım içimden.. Korkarım bu denizi ben ağladım.. Şimdi içine daldım.. Tut ellerimden.. Ağlayınca eski sevgilime benziyorsun..

Püfür püfür değil kütür kütür küfrediyorsun.. Apar topar affediyorsun.. Öyle böyle değil gece gündüz özlüyorsun.. Montunda, ceketinde bir şekilde eve girer erimeden kar, üzerindekileri çıkarılırken şöyle bir serpilir ya etrafa.. Öyle anıların kalmış bende, saçıldı odama, yastığıma… Eridi sonra.. Sindi kokusu ruhuma.. Senli benli değil kanlı canlı seviyorsun..


Bak görüyorsun ya hiçbir şey anlatamadım.. Saçmaladım sade.. Yazılamayacak kadar güzelsin, kelimelere çevrilemeyecek kadar kendine ait ve yazamayacağım kadar benimsin.. Perim.. Prensesim.. İstanbul hatırası olsa daha iyiydi, olsun, bu foto da yeter.


"Ama.. bebeğim."


N'olur, yeter..

4 Ekim 2011 Salı

Kedi Zihnimi Benim..


Bazen aynı anda 7den fazla şey düşündüğüm oluyor ve öyle anlarda da "En iyisi bi şeyler yazayım!" diyorum.. En kötüsünün ne olabileceğini düşünmeden.. Yani farkındayım evet, insan aynı anda nasıl 7 tane şey düşünebilir değil mi?! Değil.. Yani konumuz bu değil.. Belirli bi konu olduğunu da zannetmiyorum aslında.. Şu son zamanlarda kafam o kadar karışık ki "Neyin var?!" diye soranların suratına BOŞ BOŞ bakmak istiyorum sadece ve aslında kısa bi süreliğine de olsa bakıyorum.. Yalnız burdan "çokaşırıdertliyim!" anlamı da çıkmasın.. Sadece dediğim gibi.. kafam karışık.. Evet bu sıkıntı verici bi durum ancak yine de mutsuzluklara sürüklemiyor beni.. (Diyorum ki şu ifadeyi bi ara kullanayım bi şey için.. "Mutsuzluklara sürükledi" ifadesini.. Ciddi bi mevzuda.. Bakalım karşı tarafın tepkisi ne olacak.. Güzel, evet..)


Mesela dün fark ettim, beni mutlu etmek aslında çok kolaymış.. Fakat şöyle rahatsız edici bir özelliğim de var ki mutlu olduğumu ya çok belli ederim ya da hiç belli edemem.. Hani ikisinin ortası yok benim için.. Zaten genelde hemen hemen hiç bir şey için ikisinin ortası yoktur benim için.. Hani "Ben gri insanı değilimdir.. Ya siyah vardır ya da beyaz benim için!" diye bi laf var ya çok sık kullanıldığı için artık eskisi gibi güzel gelmeyen, evet işte ben de mesela bu cümleye şiddetle katılıyorum.. (Şiddetle katılmak nedir?! Yahu cidden dilimizde öyle ifadeler var ki insanın 3er 4er kupa kahve eşliğinde hepsini tek tek tartışası geliyor.. Bi de zaten gayet de "kinky" bi dil.. Hani nereye çeksen oraya gelecek bir sürü kelime, ifade var.. İşin komik-erotik tarafını bi yana bırakırsak çoğu genç Türk çiftinin ilişkisi de aslında bu "nereye çekersen oraya gidiyor"cu kelime sistemi yüzünden bitiyor bence.. Sebepler arasında bu da gösterilebilir yani... neyse) Buradan çıkarılacak sonuç "Tanrım, Syntinen küçük şeylerle mutlu olabilen şahane bi insanmış!!!!1!!11!" değil tabii ki.. Sadece kimi zaman fazla karamsar, tatmini zor, hatta kötücül bi insan olduğumu düşündüğüm oluyor.. Daha sonra fark ediyorum ki aslında öyle değilmişim.. Normal seviyede kötü bi insanım sanırım..veya "avaraj" iyi insanlardanım ancak iyi veya kötü olmayı umursamayacak ve daha deminki cümleleri kurabilecek kadar tuhaf olduğumdan da eminim.. Neticede evet insanların gerçekten de değişmeyen, taban bi karakteri/kişiliği oluyor ancak davranışları da yanındaki kişilere göre de şekilleniyor, ton değiştiriyor.. Bu düşünceme çeşitli duygu temaları eşliğinde "Nasıl yani?!" şeklinde anlık tepki geliştiren sen okuyucu, bu konuyu başka bi zaman yazarım.. Pek güzel geldi gözüme şimdi..


Her neyse efendim, normalde bu blogda yazdığım yazılar -madde madde olanlar dışında, hep belli bi konuya sahiptir ancak bu gerçekten de ..bi miktar karışık oldu.. "Yazar burada ne demek istiyor?!" diye sorsak herhangi birine cevap veremez bence.. Ben yazar olmadığım için değil, ki cidden değilim evet de hani yazının anlattığı belirli bi şey yok.. Mesela tam şu anda aklıma şu geldi; kimisinin soğuk espiri, kimisinin de iğrenç espiri diye nitelendirdiği küçük şakacıklardan yapmak üzere olan insan suratı denilen bi şey var bu dünyada.. O surat öyle bi hal alıyor ki tam o espiriyi yapacakken, öyle karmaşık duygular süzülüyor ki yüzünden gerçekten ilginç bi durum bence.. Yani kişinin bu halde olmasının sebebi de büyük ihtimalle "Ben bu espiriye güldüm aslında lan?! Ama soğuk espiri olarak söyleyeyim, risk alayım?! Ya ÖÖEEAAAHH derlerse de böyle bi üzülürsem?! Bence güzeldi amaooğlumya?! Neyse ben yapıyorum..yaptım gitti!" düşüncelerinden en az birinin veya hepsinin aklında geçiyor olmasıdır bence.. Soğuk espiri yapmak stres işidir, soğuk espiri yapmak cesaret işidir.. Bazısı gerçekten güzel oluyor, cool duruyor böyle; işte onlardan birini yapan insan olmak hoş bi durum.. Ama yine de o yüz ifadesi sabit yani, illa siz de mimik şovu yapacaksınızdır; en kötü ihtimalle sesiniz titreyecektir.. Hazırlıklı olun.. Veya olmayın, çok şey kaybedeceğinizi sanmıyorum..




Özetle değişik, dengesiz, fiziksel olarak olmasa da yorucu günler geçiriyorum şu sıralar.. Bilincimi kısa süreliğine de olasa kaybedip her türlü gerçeklikten uzaklaşmak istiyorum.. Veya içinde bulunduğum zamanı dondurup kendi düşüncelerimi, hislerimi doğru düzgün organize etmek istiyorum.. Hayatımda ilk defa bir anlığına bir başkası olmak istiyorum ki içinde bulunduğum bu hali dışarıdan gözlemleyebileyim.. Öyle bi haldeyim ki; The Matrix'te Neo "Kadere inanmıyorum çünkü hayatımın kontrolünün bende olmaması fikrini sevmiyorum." demişti.. İşte şimdi ben de kadere inanıp, hayatımı kontrol eden kişiye sormak istiyorum neden böyle olduğunu, bundan sonra neler olacağını ve neler yapmam gerektiğini çünkü ben ipin ucunu kaçırmış haldeyim..

4 Eylül 2011 Pazar

Not a "Knight's Tale"


Genç şövalye ileriye doğru ağır adımlarla yürüdü.. Yüzünde acımasız bir ifade yoktu, hayır.. Tam tersine sanki bir şeyleri anlamaya çalışır gibi bakıyordu karşısında ayakta durmayı başaramadan kendini yere bırakan kadına.. Kılıcının ucuyla onu sırt üstü çevirdi ve yüzüne baktı.. Kadının gözlerinin kapalı olacağını düşünüyordu şövalye, çatlamış dudaklarının hafifçe aralık olup zar zor nefes aldığını görmeyi umuyordu çünkü ona verdiği zarardan emin gibiydi; fakat gördüğü manzara tasarladıklarından çok farklıydı..

Kadının gözleri açıktı ancak içlerinden herhangi bir duyguyu algılayamıyordu, kadının dudakları sanki karşısındaki onun söyleyeceklerini duymaya değer biri değilmiş gibi kapalıydı; ancak şövalyeyi en çok şaşırtan o bembeyaz yüzdeki her şeye rağmen "devam etme" arzusunu net bir şekilde görebiliyor olmasıydı.. Suratına güçlü bir ifade kazandıran kalın kaşlarını bakışlarına siper ederek yerdeki kadınla göz göze gelmeye çalıştı ve bunu başardığında saldırgan olmaktan çok uzak bir ses tonuyla sordu ona "Neden vazgeçmiyorsun?!".. Cevap almayı ummuyordu hiç bir şekilde ancak soruyu sorana kadar da aslında bir cevap duymak istemediğinin farkında değildi.. Gözlerini kapadı, iki kısa, derin nefes aldı.. Gitmek her zaman onun için daha kolay olmuştu.. Karar veremiyordu, karar vermekte becerikli sayılmazdı.. Kimse bunun aksini de iddia edemezdi şayet verdiği nadir kararlardan birinin ayakları dibinde yattığını görselerdi.. Ama şövalye görüyordu, kendisinin bu hale nasıl geldiğini de, yerde yatan kadının neden orada olduğunu da biliyordu..

Rüzgar esmesini umarak kafasını omzunun üstünden yana doğru çevirdi ancak bu umudu da gerçekleşmedi.. Göğsünde büyümeye devam eden duyguyu anlamaya çalıştı.. Herhangi bir duyguyu anlamaya çalışmasını anlamaya çalıştı.. Fakat yapabildiği tek şey sıktığı dişlerinden biraz daha acı kazanmak oldu.. Gözlerini bu kez öfkeyle açtı ve kendine sordu "Neden vazgeçmiyorsun?!" diye.. Sesinde öyle bir ızdırap vardı ki bunun sorumlusu olarak gördüğü kadının solumalarını bile bastırmıştı kendine yönelik olan haykırması.. Üstündekilerden kurtulmak istedi şövalye.. Zırhından, kılıcından, kimliğinden, kim olduğundan, ne düşündüğünden kurtulmak istedi.. Gerçekten de; önce kılıcından kurtuldu, daha sonra zırhından.. Kimliğinden kurtulmak için kim olduğunu unutmaya çalıştı, düşündükleri ona engel oldu; düşündüklerinden kurtulamadığını fark ettiği an ise daha fazla ayakta duramadığı an oldu ve başından beri yakınında olmak istediği kadının yanına diz çöktü..

Zarar verenin kendisi olduğunu bildiği halde, zarar gören kişi oymuş gibi canının yanmasına inanamıyordu.. Geniş omuzları elverdiğince yenilmiş gözüktüğüne, gözlerinden sadece çaresizlik ifadesinin okunabildiğine, karşısındaki kadının ondan daha güçlü olmadığına emin gibiydi.. Ancak yine de tüm yaşattıklarına rağmen tükenmiş hisseden kendisiydi, karşısındaki kadın ise sadece varlığıyla bile tükenmeyi reddediyor gibiydi.. Duymadıklarını söyleyen, duymak istediklerini söyleyemeyen bir adam olan şövalye, tam da o an sesini duymak için her şeyi yapabileceği kadının yanına uzandı, bakışlarını bakışlarına sabitleyip üçüncü defa "Neden vazgeçmiyorsun?!" diye sordu.. Gördüğü dolan gözlerin kendisininkiler olmasını umduğu için kendinden nefret ederek "Neden?!" dedi tekrar, "konuş benimle.". Ve yanında yatan kadın, verdiği en zor karar olan kadın, hiç bir zaman onun olamamış olan kadın duyduğu bu cümleden sonra tepkisizliğini kırar gibi yattığı yerden doğruldu ve dudaklarını şövalyenin dudakları ile paralel hale getirip onun nefesine "Çünkü vazgeçemiyorum." diye fısıldadı; kendisinden duymak istenileni söylemiş bir edayla ayağa kalktı ve sanki sahip olduğu tek gücü oradan gitmek için kullanacakmış gibi zorlanarak bir iki adı attı.. Yüzünde acımasız bir ifade yoktu, hayır.. Tam tersine sanki bir şeyleri anlatmaya çalışır gibi bakıyordu karşısında ayakta durmayı aslında hiç bir zaman başaramamış ve artık kendini tamamen yere bırakmış adama.. Gözleri buluştuğunda karşısında ayakta duran kadından nefret etmeyi ne kadar sevdiğini anladı şövalye, vermek istediği tüm zararların kendisine daha çok saplanmış olduğunu hissetti, tam da o an sesini duymamak için her şeyi yapabileceği kadının "Ama bu artık seni bırakmadığım anlamına gelmiyor." dediğini duyabildi..

Gerçekte gidişleri umursamadığını artık unuttuğundan, avladığını sandığı avcısının gittiğini görmemek için gözlerini kapattı.. Daha önce hiç hissetmediği şeyleri hissettiği için düşünemedi bir an; daha sonra ayak seslerini işitemez hale geldi ve kim olduğundan, kimliğinden de kurtulduğunu hissetti.. Zırhı, kılıcı ve ne düşündüğü de onda değildi artık, ilk defa tam anlamıyla sadece ne hissettiği ile başbaşa kalmıştı.. Ancak en nihayetinde artık yalnız olduğunu görmeye cesaret edemediği için gözlerini açmadı ve bu gerçek anlamda verdiği en doğru karardı..

2 Eylül 2011 Cuma

Kısa ve Acısız Vol.3



# İnsanları şarkılar kadar sevemediğime karar verdim tam şu anda ve ben "müzik dinlemeden yaşayamam" kişilerinden de değilimdir.. Bunları yazarken çok sevdiğim bi şarkıyı dinlerken yazıyordum ve mesela fark ettim ki bu şarkı ile ilgili ne çok anım var; sevdiğim şarkıların bana anımsattığı ne çok şey var.. Tabii ki bunların bir kısmı da "insan"larla alakalı evet ama durumlar ve şartlar değiştikçe kişilerin sizde hissettirdikleri, dolayısıyla hatırlattıkları da değişiyor, şekilleniyor.. Ancak belli anları aklınıza kazıyan veya o anlarla bütünleşen şarkılar şartlar ne olursa olsun o zamanda donup kaldıkları için asla bozulmuyorlar, hep aynı güzel şeyi aynı lezzetle ve keyifle hatırlamanızı sağlıyorlar.. Hiç bir insan bunu başaramaz ancak yakasına güzel bi anı iliştirebileceğiniz her sevdiğiniz şarkı bu görevi başarıyla üstlenebilir.. Bu arada, şu an dinlediğim şarkının ne olduğunu söylemeyeceğim ve esasen şartlar ne olursa olsun insanları pek sevmediğimi de itiraf etmeyeceğim, en azından şimdi değil..

# Başlık "Kısa ve Acısız" olduğu için buraya yazdıklarımın en fazla 3-4 cümle olması gerektiğini düşünüyorum.. Ama sonra da kendime tek gözümü hafifçe kısarak ve kafamı bi miktar sola yatırarak "..gerekiyor?!" diye soruyorum.. Bu gereklilik nerden geliyor?! Hiç bi yerden tabii ancak hani böyle bi "kısa" beklentisi oluşuyor ya başlık yüzünden, sonra da böyle uzun uzun cümleler yazıyorum.. Kötü mü oluyor?! Bilemem.. Genelde zaten uzun yazıyorum bu blogda, e kısası da bu oluyor haliyle.. Daha kısa yazacağım zaman "XS, hem de madde madde" kadar kötü olmayan ama yazının uzun cümleler içermediğini belli eden bi başlık altında yazarım bir şeyler.. Hayırlısı tabii.. (En son maddeyi yazacakken, şöyle neyi ne kadar yazdım diye yukarı doğru çıktım, baktım en az bunu yazmışım.. Psikolojik herhalde.. Dolsun azıcık bu.. Keşke deseydim bu parantezin başında "Bunu en son okuyun fellow'lar, k?!" diye.. neyse artık)

# Şu sıralar çılgınlar gibi Dubstep dinliyorum ve "Ooo nerden çıktı kie?! Nasıl dinliyorsun kie?! Robotların sevişirken çıkardıkları ses gibie?!11!" tarzı yorumlar alıyorum.. Halbuki hiç gerek yok bu tip heyecanlara.. Dubstep dinliyor olmam beni über bi insan yapmıyor veya bu MUAZZAM ekstra bir durum değil ki zaten yeni çıkan, ilk önce ben keşvettim! denilebilecek bir tür de değil.. Sadece, mesela ben bi kaç ayrıdır daha fazla dinlemeye, daha doğrusu tam anlamıyla dinlemeye başladım; böyle buzdolabını açtığında varlığını unuttuğu hiç açılmamış kola şişesini fark eden bir çocuk yüz ifadesi ile dinliyorum ediyorum falan.. Güzel oluyor.. Hani böyle size de tavsiye ediyorum değişik, dinlediğinizden farklı ve garip adlı(!) türlere bi şans verin de sizi şaşırtsınlar.. (Of tam Cosmopolitan cümlesi oldu, bırakın sizi şaşırtsın!! falan..neyse) Hiç ummadığınız şeyler çıkabiliyor aralarından..

# Kedilerin çıkardığı sesler...neyse hayır bundan bahsetmeyeceğim.. Bu seneki yaz mevsiminin bir kaç günü hariç ne kadar sıkıcı geçtiğinden de bahsetmeyeceğim.. Odamın şu an fantastik boyutlarda dağınık olduğundan veya bazen Squirtle'ın samimiyetinden şüphe ettiğimden ancak güneş gözlüklü hali aklıma gelince aramızdaki buzların eridiğinden bahsetmeme de hiç gerek yok.. Su içmeyi hiç sevmediğimi, Zebralardan ne kadar hoşlandığımı, Final Destination 4'da sevdiğim tek anın kuaför sahnesinde yaratılan gerilim olduğunu, soğuğa yakın suyla duş almaktan keyif aldığımı, kolayı limonla içmeyi ne denli çok tercih ettiğimi de söylemeyeceğim.. Neler kaçırdığınızın farkındasınız değil mi?! Bence de önemli değil, haklısın.. Bak önce siz dedim daha sonra sen oldu..vay vay...evet..

# Kimseyi tanımak için çaba harcamak gerekmiyor.. Daha doğrusu bi insanı tanımak için aşırı çaba harcamamak gerekiyor.. Bu konuyla ne kadar kafanızı bozarsanız, "Ben onu tanıdım! Her yaptığını bilirim, anlarım!" demek ilişkinizin -ki burada her türlü ilişkiden bahsediyorum, ana amacı olursa gerçekten de kendinizi yıpratmaktan öteye gidemez bu uğurda yapacağınız her hareket.. Elbette ki zaman geçtikçe sürekli yanınızda olan kişilere belli bi aşinalığınız, benzer yaptığı hareketleri ve verdiği tepkileri tahmin etme şansınız ve onu daha iyi anlama olasılığınız gelişiyor ancak bu bile TANIDIM seviyesine çıkamaz hiç bir zaman.. Bana göre bir insanı tanımaya niyetlenirsin, daha sonra tanımaya çalışırsın ve bu süreci tanımaya başlamak takip eder.. İsterse aradan 30 yıl geçsin illa ki o kişi henüz yaşamadığı bir olayı yaşayacak ve bu durumda henüz vermediği bir tepkyi verecek veya düşünecek.. Sadece bu ihtimali düşünmek bile hiç kimse için "Seni tanıyorum!" cümlesini kuramamamızı tek başına sağlar.. Zaten yıllardır aşırı üstünde durulan "tanıma"yı biraz bırakıp "anlama" üzerinde düşünseydik çok daha iyi olabilirdi ancak hiç birimiz anlama yolunu seçmiyoruz, seçemiyoruz malesef.. Özellikle söz kusurlar veya yanlış yapılan hareketler olduğunda sebebini anlamaya çalışmak yerine "Ben onu tanıyorum ya, onun huyu böyle.." diyip kestirip atıyoruz.. Her zamanki gibi..

# Böyle bazen ciddi konuşmam gerekiyor ancak çok hoşuma giden bir şey oluyor veya birden keyifleniveriyorum ya mesela; işte o an yüzümü toparlayamıyorum, "Nasıl olacak da gülmeyeceğim, gülümsemeyeceğim?!" diye düşünmekten daha da kasılıyorum ve dudaklarıma daha zor hakim oluyorum.. Aklıma aşırı komik bir anın gelmesinden daha farklı bi durum bu.. Hani o olduğunda ve kahkaha attığında en klişesinden "Ah sinirlerim bozuldu kahretsin." diyorsun, karşındaki de "Nasıl yeaa." diyemez, sinirlerim bozulmuş yani arkadaşım vs. vb. Ancak işte keyiflendiğimde veya mutlu olduğumda durum başka.. Bazen öyle düşünceler öyle olmadık anlarda aklıma geliyor, gözümde canlanıyor ki durumu bi bahaneyle kapatamayacak hale geliyorum.. Yani gerçekten ciddiyetle bir şey açıklarken birden gözlerim parlamaya, yanaklarım kızarmaya başlıyor; boğazımı temizliyorum, yamuk bi şekilde sırıtıp "..evet" diyorum falan.. Böyle karşımdaki kişide O.o benzeri bir bakış oluşuyor ancak neyse ki bu durum bende çok oluşmuyor.. Hani ordan kurtarıyorum biraz diye düşünüyorum..

# Uyku düzenim yine bozuldu diyeceğim de benim uyku düzenim hep bu şekilde oluyor yazın.. E haliyle bu da benim uyku düzenim olduğu için bozulmamış oluyor.. Böyle olmasını seviyorum, büyük ihtimale de hayatımın büyük bir bölümünde de bu durumun böyle olmasını, yani gündüz yerine gece yaşamayı seveceğim ancak bazen düşünmüyor da değilim "Vay be koca gün ölüyor!" diye.. Aslında düşünüyormuşum ancak dert etmiyormuşum çünkü bunu yazarken bile kendime geceyi övmeye/gündüzü kötülemeye başladım.. Geceyi ne denli sevdiğimi daha önce yazdım diye burada tekrardan methiyeler düzmeyeceğim ancak gerçekten de sabah uyunulan uykunun tadı bi başka oluyor.. Gördüğünüz gibi konu nerden nereye geldi! diyemem, biraz öyle olur gibi olsa da aslında yine aynı kümede varolabilecek konulardan bahsetmiş olduk.. "Matematik dersinde de kümeleri pek severdim ve pek başarılıydım" dersem konuları alakasız bir şekilde alakalandırmış olacak idim fakat bunu yapmadım.. "Bir de uzun zamandır yazmadın yazmadın, neden şimdi yazıyorsun?!" diyenlere selam gönderelim: ben de bilmiyorum açıkçası bu gece, yani bu sabah (saat 09:16, yaa) neden geldim buraya yazmaya başladım ancak bi tahminim var, sanırım özlemişim.. Ayrıca iyi olmadı mı?! Ve ayrıca yazarım yazmam neden azarladın ki?! Yaa bak, komik olmaya çalışmacalar falan, uykusu geldi tabii, ne laflar ne lflar.. Kendimden bahsediyorum tabii ki..


Eskiden şizofrendim, artık iyiyiz.. c ya then

28 Şubat 2011 Pazartesi

.......



Aşığım sana be adam..

Olmayışına aşığım, olamayışına, belki de olmayacak olmana..

Ses tonunun duyduğum başka hiç bir şeye benzememesine aşığım

Ellerinin biçimsizliğinin kusursuz oluşuna

Gözlerinin sahip olduğu ifadeye aşığım adam

Bana bakıyor olmana da gerek yok çoğu zaman

Düşüncelerinin uçsuz bucaksızlığına, sınırlarını bilmene aşığım

Ağzından her çıkan kelime yeniymiş gibi geliyor bana

Tutarsızlığına aşığım, çelişkilerine, değişkenliğine adam

Seni anlayamamanın bu kadar doyumsuz olduğunu kimse söylememişti bana

Kokuna aşığım adam, dudaklarının şekline, gülümsemene

Seninle ilgili her ayrıntı aklıma kazanıyor, ölümsüzleşiyorsun bende

Beni ağlatmana, beni kırmana, büyümeyen çocuk yanına aşığım

Elinden tutup kalbime götürmek istiyorum seni, ait olduğun yere

Senin uğruna içmeye, sensiz sarhoş olamamaya ağışım adam

Zihnimin en dolu anda bile senin adını sayıklaması çok mu şaşırtıcı

Varlığının yetmemesine, yokluğunun geçmemesine aşığım adam

Hiç bir zaman doyamayacağım sana, tamamen senin olsam da

Bunları sana mı söylüyorum, hiç bir zaman emin olamayacak oluşuna aşığım

Şüphelenmelerine, tahmin edememelerine, tahammül edememelerine

Aşığım sana be adam..

Yorgunluğun geçmese de.. Bunu sen bilsen de, bilmesen de..






p.s. Normalde bu tarz yazdığım şeyleri paylaşmıyorum Blog'da.. Ama bunu sizin de okumanızı istedim.. "Synt aşık beyler, ya dağılalım ya da üzerine gidelim ve kimmiş öğrenelim!" demeyin, ciddi manada ben bile kime yazdığımı bilmiyorum.. He veya evet.. biliyorum kime yazdığımı ama ben de o "adam" gibi bilmemezlikten gelmek istiyorum.. Böylesi işime geldiği için değil böyle olması gerektiğinden emin olduğum için..

Oscar'ertesi




Oscar töreni "an itibari ile" bitmiş bulunmakta.. Geçen sene yaptığım gibi tahminlerimi blog'a yazmak yerine bi kağıda yazdım ama şu an keşke öyle yapmasaydım diyorum.. En İyi Yönetmen dışındaki tüm tahminlerin doğru çıktı -ki aslında onu bile doğru sayabiliriz.. Yani sinefil-iddaa'sı oynasam şu an kendi film şirketimi kurmazdım belki ama bugün ilk uçakla Los Angeles'a gidebilirdim.. Güzel olurdu..


Tören nasıldı diyecek olursanız.. Güzeldi.. Keyifliydi.. Bazı kişilerin dediği gibi sıkıcı geçmediğini düşünüyorum kendi adıma.. Anne Hathaway'in yıldızının parladığı tek an törenin başlangıcında yaptıkları parodi esintili kısa giriş filmiydi ki orda gayet başarılıydı.. Ancak James Franco gerçekten iyiydi.. Pek sevdim, pek beğendim bu geceki performansını..


Ödüllerin ise gayet hak ettikleri yere gittiğini düşünüyorum.. Her kategoriyi tek tek irdelemek isterim tabii ama bunu yapmak için bi miktar uykusuzum ve saat 9da ders başı yapmam gerekecek!! "Ağğğ sen neden yatıp uyumadın o zaman!!!" diyen düşünceli ve sinema aşkı ile yanıp tutuşmayan fellowerım ise üzülmesin, eve gelince uyumayı düşünüyorum..


Şimdi sizlere bi değişiklik yapıcam ve tören boyunca Twitter'da yazdığım şeyleri burda paylaşıcam.. Tmreni izlememiş olanlara "yahu bu da nedir şimdi bırakh'allasen!" dedirtebilir belki ama bunun değişik bir güzelleme olacağını düşündüm..


İşte karşınızda Bi de Benden Duy İstedim farkıyla Syntinen-Oscar-Tweetleri..


* Geleneksel Oscar ritüelimi gerçekleştirmeme saatler kala heyecanım artmaya başladı.. En dı Oğskır goğğz tuu..hep benim istediklerime pls.tsm


* Hayır mesela; --spoiler-- 88. Oscar Töreni'nde En İyi Kadın Oyuncu ödülünü Syntinen kazanacak *kalp* --spoiler-- gibi bi şey olabilir bence.


* James Franco ve Anne Hathaway harika bi ikili olmuşlar.. Törenin başlangıcındaki videoyu bulmam lazım hatta mesela.


* Al sana hamiş... Oscar almak kesinlikle kadınlara daha çok yakışıyor..


* Tamam..sakinim!!! Veya değilim.. James Franco, sana bizzat ben Oscar ödülü verebilir miyim?!


* Şu dünyada çok az şey Batman'in Oscar almasından daha fantastiktir.. Güle güle kullan önadını Oscar Award Winner Actor Christian Bale


* Trent.. You look so HOT.. Translate in Turkish... Seni ÇOK seviyorum Trent, tebrik ederim.. *kalp*



* James paylaşımcı çıktı sevgili follower'ım http://t.co/AWArLQl teknoloci güzel bi şey zaar


* Şöyle ki; Rick Baker'ın saçları muhteşemdi, LOTR'a selam durulma anı çok duygusal idi, Oscar'ı kazanan ise Alice'in elbisesi



* Robert Downey Jr. ve Jude Law ciddi manada birbirlerini çok güzel tamamlıyorlar.. "Yalansa yalan de!" bile diyemem, o derece..


* Gwyneth Paltrow alkışlanmalı.. Çok yönlü olmak ne demek, bunu somut bir şekilde bizlere gösterdiği için..


* Tom Hooper sürpriz oldu mu?! Bi açıdan evet.. Ama En İyi Film'in önünü açmış da olabilirler.. Fincher, hala bebeğimsin değişen bi şey yok...


* ME LUV NAT! Sana hayrandım, sana hayranım ve sana hep hayran olacağım Natalie.. Gördüğüm en güzel hamilesin, hem de en Oscar'lısından


* Uzun uzun konuşan Colin Firth "Ben kekeme değilim, gayet düzgün konuşuyorum!" mesajını verdi.. Şimdi ise spor haberlerine geçiyoruz..


* "The King's Speech.. Konuşamamak hiç bu kadar değerli olmamıştı.." Facebook Golden Globe ile yetinmek durumunda kaldı.. *beğenmekten vazgeç*


* Gecenin sonunda anladım ki bende gerçekten de "Oscar Kazanmazsa Kahrından Ölecek" hastalığı var.. İlacım da bi tek Akademi'de mevcut

12 Şubat 2011 Cumartesi

Hey St.Valentine.. asl pls?!


Blogun başına geçtiğimde yazmaya niyetlendiğim konunun sevgililer günü ile alakası yoktu esasen.. Ancak 2 gün kalmış, sevgilisi olan bi de benden duy istedim okuyucularının bünyelerini heyecan sarmışken(!) yazmamazlık yapmak istemedim..

Ve tabii.. Naber fellow?! Özledim *kalp* lol.. fazla zevzekleşmeden konumuza dönsek iyi olur diye düşünüyorum zira çok az kişi bu tarz sululuklardan hoşlanır..


Ne diyordum.. Heh.. sevgililer günü.. Anlamı bile 7981 cümle ile açıklanacak bu özel gün günümüzde o kadar "yıpratıldı" ki artık çok çok az insan sevgililier günü geldi diye seviniyor bence.. Burda durup size bu konu ile ilgili bilmediğiniz şeyler söylemek isterdim aslında.. Ama herkes aynı düşüncelerde değil mi yahu?! Yani nedir?! 14 Şubat konseptine göre illa sevgilinize kırmızı-kalpli-tüylü-derili bi şeyler almak zorundaymışsınız gibi hissetirmiyor mu vitrinler, reklamlar ve tüm insanlık?! Hissettiriyor.. Ki ben hediye almayı da vermeyi de çok seven bi insanım fakat bana bile böylesi bi SEVECEKSİN HEM DE KALP ŞEKLİNDE baskısı baş döndürücü geliyor ama mide bulantısı eşliğinde..

Günümüz şartlarına ve insanlarına baktığımızda doğru düzgün bi ilişki yaşayabilmek bile başlı başına bi hediye sayılabilecekken kişi başı 250 TL'e süpersonik fantastik afrodizyaklarla bezenmiş romantik bi akşam yemeği cidden şart mı?! (ve böyle bi akşam yemeği hakikaten var mı?! görmek istedim 'lol) Bu tip bir günde yapılan her aşk içerikli hareket ve jest zorlama gelmez mi, "Hayatım konsept böyle diye şu anda seni normalden daha romantik öpeceğim ve sonra hediyeni vereceğim tamam mı?!" cümlesini duyar gibi olmaz mı insan?!.. Hayır belki bu dediklerim sana fazlasıyla "OH C'MON!!" veya "yabrakya!" dedirtecek sevgili romantizmin doruklarına her daim çıkası olan fellow'um.. Ama inan olaya bi de bu açıdan bakarsan sen bile sakin olup elindeki I LOVE YOU ayısını yavaşça yere bırakacaksın..

Buradaki niyetim asla 14 Şubat'ı ve ona inanaları umarsızca recm edip, kötülemek veya klişe ifadeler kullanıp "bunnarın hepsi para tuzaa ollom!" falan demek değildi.. Yalnızca sevgililer günü için her sene artarak devam eden bu KUTLU MUTLU OLSUN temasının gerçekten "sevgili" olanlar için bu dozda gerekmediğini düşündüğümü söylemek istedim.. Tabii ki birbirine aşık iki insan o günü güzel hoşluklarla taçlandırabilir (selam Cosmopolitan!) ama abartmamak, her şeyi kırmızı yaşamamak, kalp şeklinde objeleri etrafa saçmamak kaydıyla.. Unutmayalım ki romantizmin öğreticilerinden olan, pek sevgili büyük usta Pepé Le Pew bile bu kadar abartıya kaçmıyor.. Veya tamam kaçıyor ama bu durum da bi ona yakışıyor.. ^-^