30 Nisan 2010 Cuma

Insomnia


Şu sıralar aşırı derecede uykusuzluk çekiyorum.. Aslında bu benim gibi "gece yaşamayı tercih eden" insanlar için bi sorun değil fakat uyku düzenim o kadar saçma sapan bi hale geldi ki bu gidişe nasıl dur derim bilemiyorum, bildiğim cevaplar da işime gelmiyor..

Şimdi normalde geç yatıp (saat 3-4 gibi) geç kalkmak (12-13 arası) gayet olası şeyler.. Fakat ben 7de yatıp üçte kalkmaya falan başladım ve özellikle şu sınav arifesinde bu durumun olmaması gerekiyor.. Fakat malesef ki olmaması gerekenler her daim cazip olanlardır.. Bende de bu durum işlemekte..

Ev halkı da ufaktan tepki göstermeye başladı bu durumuma.. Annem işin "Kızım bak metabolizman kafayı yedi saat 4te kahvaltı yapmaktan, hastalanıcaksın. Bu nasıl bi hayat tarzı!" boyutunda.. Babam ise işin "Bu kafayla sen üniversiteyi kazanamazsın.. Hayat disiplinin olmadıkça değil sınavlarda, yaşamın kendisinde çuvallarsın" boyutunda.. Yani her türlü KAYBEDEN olarak lanse ediliyorum şu sıralar evin içinde yarasa modumdan dolayı..

Kendi kendime bi çözüm üretme düşüncesindeyim.. Ya bi şekilde 2de üçte yatıp uykum gelene kadar sürü(!) sayıcam ya da günü devirip normal uyku standardını elde edicem.. Her iki ihtimale de "Boşversene, onu bi geçiceksin!" tepkisi vermekteyim de dur bakalım.. Yapıcaz bi ayar(!) artık..

Saat şu an 05:47 ve benim hiç uykum yok mesela.. Hatta bana şu an gece bir gibi falan geliyor şu zaman.. Hiç uyumak istemiyorum.. Ama uykusundan uyanıp da odama gelen ve benim full uyanık bi vaziyette tıkır tıkır bilgisayar başında olduğumu gören annemin "bomba görmüş maymun" temalı bakışını görmek de istemiyorum açıkçası.. lol' (Yazar burda annesinin şokla baktığını betimlemek istemiştir.) Zaten sabahlamamla, bilgisayar başında sabahlamam arasında dağlar kadar fark var ailemin gözünde.. Biri gözaltı, diğeri müebbet.. O derece malesef *kk*

Bu durumda gidip B planımı uyguluyorum fellower.. Kitabımı okuyup uykumun gelmesini bekleyeceğim.. Gelirse negzel, gelmezse de takarım kulaklıkları kulağıma müzik dinleye dinleye uyurum.. Ya da kafamda bi şeyer kurarım, öyle kesin uykum geliyor ve hayır Dünya'yı ele geçirme planları kurmuyorum.. Genelde olası Oscar törenimi canlandırıyorum kafamda, çoğu insan heyecandan uykun mu gelir?!* diye düşünse de brutal bi şekilde hayal kurmaktan zihnim yorgun düşüyor ve uyuyorum.. İşe yarıyor yani..

Kendi uykusuzluk sorunumu sizle paylaştıktan sonra "uykuya dalma" görevime gidiyor ve bu yazıyı gece uyumayı sevmeyenlere hediye ediyorum.. Bildiğiniz yöntemler varsa lütfen paylaşın, her türlü şeyi denemeye razıyım fakat lütfen bunlar geçici çözümler olsun zira bu düzensizliği seviyorum ben.. Şu boğucu sınav dönemi bi geçsin o zaman da "İyi ki sabahları uyuyorum ollom!"lu yazılar yazıcam size, söz (:

En Kötü Mim'imiz Böyle Olsun



Ya, cidden böyle olsun fellower'm.. Sevgili Finduilas tarafından mim'lenmiş vaziyetteyim ki cidden çok çok yaratıcı ve "Her biri böyle olsa negzel olur." denecek mim'lerden.. O yüzden önce ona çok teşekkür ediyorum ve sonra işin detaylarına geçiyorum..

Şimdi bu mim'imiz çok keyifli.. Keşfet-Seç-Beğen-Yorumla ekseninde ilerliyor ki işin keşfetme boyutu cidden çok eğlenceliydi benim için.. Oyun gibiydi resmen ama tabii her oyunun kuralları vardır.. (Yani resimden alıntı yaparsak tüm blog dünyası Hogwarts, mim kuralları ise sizin Çapulcu haritanız ve evet HP serisini okuyup sevenlerdenim evet lol') Kurallarımız ise şöyle;

" * Takip ettiğiniz bloglardan ya da blogunuzda yer verdiğiniz blog listesinden baştan 3. sıradaki bloga girip, onun takip ettiği bloglardan(blog listesinden) -daha evvel görmediğiniz- bir bloga tıklıyorsunuz.

* Oradaki yazılara göz atıp birini gözünüze kestiriyor, okuyorsunuz.


* Hoşunuza giden bir paragrafı alıp blogunuzda paylaşıyorsunuz.


* Bu paragrafla alakalı birkaç cümle sarfetmeyi de ihmal etmiyorsunuz:)


* Alıntı yaptığınız blogun son yazısına yorum olarak bu mimi düşüyor, kendi yazınıza link veriyor ve bu blog sahibini de mimlemiş olduğunuzu iletiyorsunuz.


* Son olarak mimlemek istediğiniz başka blogdaşlar varsa mimi onlara da yolluyorsunuz. "


Bana bu kurallar dahilinde Garu_Bey'in blog'u denk geldi.. Genelde bu denk gelme hadiselerinde iyi olmasam da bu sefer kendi performansımı aştım çünkü gayet de keyifli bi blog çıktı.. Favorim ise belki de bugünler de ben de özlem çeken bi insan olduğumdan "Özlüyoruz, Özlüyorsunuz, Özlüyorlar..." oldu.. Neden favori seçtiğimin gerekçesi de yazıdan alıntı olarak gelsin;

"Özlem bana hep soğuk gelmiştir. Birini özlemek yağmurlu bir gündür. Birini özlemek yağmurlu bir günde dokunduğunuz buğulu cam gibi soğuktur. Birini özlemek ölmüşse daha zordur, ama her gün sağınızdan solunuzdan geçiyorsa bu daha da acıdır. Birini özlemek soğuktur çünkü ben soğuktan hiç haz etmem. Sevmem."


Benzetmeler o kadar yerinde olmuş ki soğuğu seven bi insan olmama rağmen ben bile özlemenin buz etkisini içimde hissettim resmen.. İnsanı öyle çaresiz bırakır ve öyle çeşitlidir ki bu özlem duygusu, başetmek için bi yol bile bulunamıyor kimi zaman.. "E özlediysen kalk git gör allaallaaa!" dan da ibaret değil bazı özlemler.. Kimisi panzehirsiz zehir gibi olabiliyor cidden.. Yine de unutmamalıyız ki iklimler gelir geçer, kış yerini illa ki yaza bırakır.. Ama 120 gün sürer, ama buz devri modundadır yıllarca sürer.. Fakat en nihayetinde.....biter.. Doğal sebeplerle sona eren manevi kayıpsız kışlar diliyorum o zaman ben de *gvb*


-----------------o----------------

Ben keşfi bitirdim diyip, haritayı uzattığım marauder'ların... yani fellower'ların yoklama listesi ise şöyle;
*Lillie
*Nothing
*Anti-Kahraman
*Glamdring
*StummScream
*Kült Ablası
*Berith

27 Nisan 2010 Salı

Ateş var mı acaba?!


İnsan sigara içmek ile ilgili yazmaya başlarken doğru giriş cümlesi nedir diye düşünüyor ama bulamıyor.. (Yani evet, bulamadım:) Bunu bi başlangıç cümlesi olarak kabul edersek niçin sigara içmekle ilgili bi yazı yazma gereği hissettiğimi sorgulayabiliriz istersek.. Ama önce bi hikayemizin en başına, geçmişe gidelim *..ve ekran bulanıklaşır* gibi bi espiri yapmadan.. Lost flashback olayına yeni bi soluk getirdi, öyle dalgalanan ekran falan yok artık....evet..

Büyük çoğunluğa, sağlık bakanlığı vb. kuruluşlara ve R.T. Erdoğan'a göre malesef ki 5 küsür yıldır sigara içen bi insanım.. Bunun blog edilecek bi hali yok, doğaldır.. Ama sanıyorum ki çok az insan ilk sigarasını içtiği günün tam tarihini hatırlar.. Ben hatırlıyorum.. Tabii bunun sebebi mega hafızalı biri olduğumdan dolayı değil, o gün bi arkadaşımın doğum günüydü, ondan.. (Klasik hikaye değil mi?! Öyle.. Anneler haklı biraz aslında lol':) O zamanlar hoşlandığım benden yaşça büyük bi ağbi(!) vardı, bana buğulu bi ses tonuyla "İçer misin?!" diyince 1 saniye sonra "İvet!" diyiverdim.. Ben sigarayı dudaklarımın arasına konumlandırdıktan sonra da çakmağı yakan abimiz benim kıpırdamadan durduğumu ve çakmağın alevine hipnotize olmuş gibi baktığımı görünce de "İçine çeksene!" dedi T.T surat ifadesiyle.. Muazzam rencide oluşumu daha büyük bi utançla pekiştirdim ve "Tshehehe unutmuşum." dedim.. (Ne rezilce di mi?! Ama güldün kabul et:) Hadi diyelim ki bu tarih hatırlama hedesi ve sigara nasıl yakılır onu bile bilmeden "Evet içerim!" diye atlamam da blog edilecek bi şey değil.. Fakat söyle fellow kim bu hadisenin ertesi günü sabah sabah gidip de bi paket sigara alır?! Onu da ben yaptım evet..

Teyzem Marlboro Lights içiyordu o tarihlerde, hala da içer aynı sigarayı ama arada yok Eve yok Cartier gibi elitimsi tercihlere kayar ki slim sigaradan nefret ederim.. Ben de küçüklüğümden beri teyzeme aşığımdır, çok severim; ilk aldığım sigara da onun içtiği sigara olsun istedim.. (Merhaba teyzoşum, senin bi suçun yok.. Yanlış rol model de olmadın.. O benim özenme halim, senlik bi şey yok.. Öptüm) Velhasıl aldığım ilk kısa Marlboro Lights box'la artık ben de sigara içen bi insandım.. Bir buçuk yıl kadar falan Marlboro Lights içtim, sonra bi baktım çevremde ne kadar tikky diye tabir edilen, meçli sarı saçlı, fönlü, pembe dudaklı, süs köpekli, marka takıntılı, konuşması hatalı hatun varsa hepsi o sigaradan içiyor.. Dedim "Üzgünüm teyzoş ama bu şekilde devam edemicem!" ve kısa Marlboro box'a transfer oldum.. O tarihten beri aynı sigarayı içerim..

Neden böyle bi yazı yazma gereği hissettim peki?! Bugün bi AVM'nin önünde Tay-yeap efendi ve tayfasının öngördüğü vaziyette sigaramı içerken yaşıtım bi kız gelip bana "Ateş var mı acaba?!" diye sordu.. Sigarasını ateşledikten sonra da ayak üstü yakındık bu "tecrit" durumundan hem de birbirine tamamen paralel düşüncelerle.. Ben de dedim o zaman bi de benden duyulsun sigara ve onun "Become a Fan" hali fakat tabii ki kötü bir alışkanlık olduğunun bilincindeyim.. İçmeyen için sigara içen birisi nasıl ızdırap oluyor onun da farkındayım.. Sadece nefese değil, ele, saça ve üste başa sinen koku sigara içen insanlara bile itici gelir mesela falan filan.. Ama ben gayet de severek içiyorum.. Hani "bağımlılık oldu yeaa, tiryakiyim!" ayağı değil, cidden seviyorum.. Okuldayken bana yaşattığı gizli saklı halleri seviyorum, kahve-kola ve bilimum kafeinin yanına deli gibi yakıştığı için seviyorum, her türlü duyguyu anında bahane edip kendini yaktırmasını seviyorum, lisedeki bi din hocamın beni hala güldüren "Günahsa yakıyoruz, sevapsa içiyoruz argadaşım!" cümlesinin öznesi olduğu için seviyorum, sohbet muhabbet ortamında iyi gitmesini seviyorum; seviyorum da seviyorum işte.. E ben seviyorum ama ülkemiz yok dumansız hava sahası yok televizyonlarda sansürleme yok içene 3. sınıf insan muamelesi dalan yaşatıyor.. Yerine göre iyi, yerine göre faşistçe uygulamalar bunlar da katlanıyoruz işte..

Demem o ki bundan kaç sene sonra bırakırım ve hangi sebeple bırakırım bilemiyorum ama uzun bi müddet zorunlu olmadıkça bunu yapmayı düşünmüyorum.. Uğruna bu kadar kelime dökülecek bi konu muydu orası kişisine göre değişir ama şunu da unutmayalım ki hepimizin hayatında tütün ve tütün mamülleri var.. Ama aktif ama pasif ama çekimser bi modda.. İster nargile içip "Ben sigara kullanmam hacı!" diyin, ister dumansız hava sahasında %100 temiz hava soluyun, isterse de "Pardon, ateş var mı acaba?!" cümlesini ile tanımadığınız biriyle sigara sayesinde muhabbete girmiş olun her şekilde hayatın içinde bi "duman" mevzusu oluyor, olmakta ve olmaya devam edecek.. Benim için "25 Şubat 2005"ten beri....

Sen yorumunu yazadur fellow, ben bi sigara içip geliyorum ((:

24 Nisan 2010 Cumartesi

7 Gerçek ve 1 Ödül




Attantion Please *anons efekti* Bayanlar Baylar; şu yukarıda gördüğünüz ve aşina olduğunuzu düşündüğüm ödül sevgili fellow Lillie tarafından bana layık görülmüştür ve benim ilk blog ödülümdür.. Kendisine teşekkür eder, atadığı "Kendinle ilgili 7 gerçeği açıkla" zorunluluğunu severek yerine getireceğimi bildirmek isterim..

Yaa öyle işte.. Nasıl da sevinirmişim, nasıl da ödül sever bi insanmışım, nasıl da "işte bu yüzden bu kızın aklında Oscar kazanmak var, hmm" cümlesini kurturtabilirmişim.. Değil mi?! Evet lol. Neyse ne diyorduk, gerçekler.. Hem de 7 tane..

Gerçek #1: İflah olmaz bi duygusalım.. Tamam, biraz abartılı oldu (: Şöyle diyelim o zaman; benden beklenilemeyecek kadar duygusalım aslında.. Yani o ne demek?! Her duygu kabartan olaya hüngür şakırt modundayım demek değil.. Ama beni bir süredir tanıyan bi insan gerçekten de duygusallaştıran bir olay karşısında dozunda duygulandığım zaman bana O.o ifadesiyle bakıyor ve "Aa sen baya duygusalmışsın" diyebiliyor.. E öyleyim.. Ama duygusalım diye de sürekli özlü sözler kitabı yutmuş gibi konuşarak, dolmuş gözlerle dolaşarak ve boğuk boğuk sesler çıkararak yaşayamam ki.. Duygusallık sulu gözlülük değil bana göre, duyguların hakkını tam olarak verebilmektir.. Öfkeden deliye dönen insana da duygusal demeliyiz belki de, netice de öfke de bi duygu değil midir?!

Gerçek #2: Dizginlenemeyen bir "düzeltme" huyum var ve hayır, bu seferki abartı değil.. Size "Düzeltme derken?!" dedirtmeden konuya giriyorum: İnsanlar konuşurken onların hatalarını düzeltiyorum.. Ama bilgi yanlışı olsun ama telaffuz hatası olsun.. Çok can sıkıcı ve sevmediğim bi yönüm bu aslında ama işin iyi yanı şu ki bu dürtüm çok samimi olduğum kişilere karşı diş çıkarıyor ancak.. Yani tanımadığım veya henüz çok samimi olmadığım biri "Yalnış anmala ama.." gibi bi cümle kurduğunda ona "Yalnış değil, yanlış." şeklinde müdahale etmiyorum.. Bu feci antipatik davranışı sadece nazımın geçtiği insanlar üzerinde uyguluyorum fakat onlar da arada fırça çekiyor tabi "Öeeh yeter ama!" diyerek.. Ama sanırım herkes annesi yanlışlıkla "Züreyfa" dediğinde "Anne züreyfa değil, zürafa" der bence.. :b Neyse ki çoğu düzeltme örneğim bu tip espiri altmetinli şeyler.. Olayı ukala boyutunda değilim ama yine de affetmem düzeltirim lol.

Gerçek #3: Hertürlü böcekten ve eklembacaklıdan korkarım. Yani şu gerçeği yazarken bile içim bi garip oluyor, düşünün.. Peki bu fobinin bi sebebi var mı?! Hani derler ya her fobi çocuklukta yaşanan kötü bir anıdan doğar diye benimkinin pek öyle kötü anıyla alakası yok.. İlla çocukluğa döneceksek, küçükken rahmetli babaannem bu korkumun üzerine gitmeye çalışırdı.. Avucuma minik böcekleri koyup "Bak yavrum korkulacak bi şey yokmuş değil mi?!" diye telkin ederdi beni.. O vefat ettikten sonra fobimle ilgili kimse bana yardımcı(!) olmadı ve yaşımla beraber böcekgillere olan korkum da büyüdü büyük ihtimalle.. Onlar dışından her türlü canlıya VIP bileti sağlayan bünyemden uzak dursunlar, bana yeter..

Gerçek #4: Çok kıskancım ama kıskançlığı kişiyi yiyip bitiren boyutunda yaşamamayı da kendime öğrettim.. Şöyle ki; çevremdeki çoğu kişi benim kıskançlıklarımla eğlenir.. Dalga geçmek, kafa bulmak modunda değil bu eğlenme tabiri.. Kıskandığımı karşımdakine o kadar yalın haliyle ancak kaprissiz belli ederim ki kıskandığım insan bir süre sonra "heaheaheah :D" moduna geçiş yapar.. Ama tabii bu demek değildir ki ben tam anlamıyla "sevimli bir kıskanç"ım ki böyle bir ifade de varolamaz zaten.. Demek istediğim şu, ben kıskanırım ama kısıtlamam.. Kıskanırım ama bende olmayan şeyleri değil, kıskanılmaya değer kişileri yani çok sevdiklerimi.. Bu konuda daha da eğitiyorum kendimi zaman geçtikçe ve olgunlaştıkça tabii, bakalım nereye kadar gidebilicem (:

Gerçek #5: Film izlemeyi sevmeyen insanlara karşı olumsuz yönde önyargılarım var.. Sinema benim için vazgeçilmezdir.. Buraya kadarını hemen hemen hepimiz biliyoruz zaten :p Henüz bilmediğimiz kısım ise benim "Imaağn ben öyle film izlemeyi falan sevmem yea" diyen insanlara karşı sergilediğim -_-' tutumu.. Yani tamam, zevkler ve renkler tartışılmaz, kimi insan kitap okumayı sevmez, kimisi müzik dinlemenin gereksiz olduğunu düşünür, kimisi de film izlemeyi zaman kaybı olarak görür (ki bu 3lü, hayatın 3ü1aradasıdır ya.. lütfen:) Bunlardan illa ki birini sevmeyen olur ama bir insan nasıl olur da film izlemeyi sevmez, işte buna mazeret bulamıyorum ben.. Çok mu uzun?! Günümüzün dizileri en az 120 dakika.. Onları izleyen insan pekala filmleri de izler.. "Ama dizilerde her hafta başka bi olay vağr" diyen ve dudak büzenlere de Sinema Gönüllüleri Vakfı'ndan bir iki arkadaş kapıyı göstersin lütfen zira ben Passiflora içmekteyim..

Gerçek #6: İçkinin her türlüsünü severim.. Hatta içimde dizginlemeye çalıştığım bi alkoliğin olduğundan da şüphe ederim arada.. Viski ve vodka tartışılmaz favorilerim arasındadır, bira çoğu kişinin olduğu gibi benim de vazgeçilmezimdir, rakıyı Türk olduğum için genetik olarak severim, tekila bana göre içkilerin en eğlenceli olanıdır, cin tonik tüketmek keyiflidir ve bana göre likörler alkol dünyasının görünmez kahramanlarıdır.....diye gider.. Ama işin "gerçek" kısmı bunlar değil.. İşin gerçek kısmı bu yaşıma kadar bir türlü şarap içmeyi sevememiş olmam.. Evet ben, Syntinen, içkilerin belki de en eski olanını, en çeşitli olanını, romantik gecelerin, gurme sofralarının baş tacı olan elit(!) içki şarabı sevmiyorum, sevemiyorum.. Rengi, görüntüsü, kokusu falan çok estetik ve karizma evet.. Ama içemiyorum.. Boğazımda bıraktığı o tadı sevmiyorum.. Bir arkadaşım "Demek ki iyi bi şarap içmemişsin." diye öngörmüştü, belki de sebebi budur bilemem.. Ama kısa vadeli hedeflerim arasında şarap içmeyi sev ve alış* maddesi yok malesef..

Gerçek #7: Ben aslında kolaylıkla tanıyabileceğinizi sandığınız ama biraz zaman geçtikçe bunun pek de kolay olmadığını fark ettiğiniz o kişiler arasındayım.. Kendimden bahsetmeyi severim, sır saklamak için, gizemli görünmek için kasmam ama umulduğu kadar da kolay açık etmem kendimi.. Benimle ilk tanıştığınızda üst düzey konuşkan, soran-cevaplayan ve anlaşılması kolay bi insan olduğum izlenimine kapılmanızın olasılığı çok yüksek.. Gerçekten de öyleyim evet.. Fakat aslında birden fazla ihtimalli insanlardanımdır.. Hemen hemen hepimizde olan "çoktan seçmeli hal ve hareketler"de bende 16 şık falan bulunur ama ilk etapta beş seçenekli gibi dururum.. lol' Yani tamam, genelimiz böyle aslında.. Ama bazılarımız da daha ilk başta kapalı kutu hissi yaşatmaz mı insana?! İşte ben öyle değilim ama görünmeze boyadığım ve göstermekte çekimser olduğum bir çok kapalı kutuya sahibim.. Görünmeyenle de yetinebilir beni tanıyan ama "Daha neler neler var aslında ollom!" cümlesi de saklıdır ve pakete dahil değildir ((:

İşte Syntinen ve işte onun 7 tane gerçeği* dedikten sonra ben de sevgili fellow'larım Nothing, StummScream, Anti-Kahraman, Kült Ablası, C3moi, Glamgring ve cRn'e "KREATIV BLOGGER" ödüllerini takdim ediyor ve onları da kendileri hakkında 7 tane gerçeği paylaşmaya davet ediyorum ((: Bu "7 Gerçek" mim'ini daha önce yaptığını bildiğim Finduilas ve yaptığını tahmin ettiğim Her Boku Bilen Adam'a da sadece ödül gitsin tarafımca efenim..

22 Nisan 2010 Perşembe

Kısa Ve Acısız Vol.I



# Eski sevgili dramını acayip yoğun bi şekile yaşayan bi arkadaşım vardı.. Yoğunluk derecesi kelimelerle anlatılması imkansız bi haldeydi.. Mesela "Issız Adam" fenomeni(!)nin yaşandığı zamanlarda ayrıldığı sevgilisi kadraja girdiği an "Anlamağzdın anlamağğğzdıığnn.. Kaderedeğğ inanmağğzdıığn" performansına başlıyor, nakarat bitince de "Seveceimm gezeceimm, görrrsün sana neler edeceiii im" patlatıyordu.. Finali de Levent Yüksel -Med Cezir Club Remix ile yapıyordu.. (Öyle bir remix yok tabii.. Tamamen benim tanısını koyduğum bi "Fırtınam *ıttıs-ıştış* felaketim hasretim *ıttıs-ıştış-ıttıs-ıştış*" durumu)

# Eyjafjallajökull geyiği yapmak istemiyordum aslında.. Ama herkesin 7981 kere söylediği şeyi bi de benden duyun istedim: Bu nasıl bir isimdir arkadaşım?! He tamam, insan göre göre alıştı artık, çok da soruldu bu soru forumlarda/sözlüklerde vb. yerlerde ama insan baktıkça bakmıyor mu?! En kanıksadığımız anda bile "Ama pes yani nedir bu isim cidden!" cümlesi geçiyordur aklımızdan.. O kadar insanı helak etti, maddi ve manevi kayba sebep oldu, havaalanlarını pansiyona çevirdi falan ama ismi icraatlarından da çok ses getirdi bence.. Hayır yani bu konuyla ilgili konuşmak istiyorsun, "Abi şu ...(duraklar).. şu volkan ne biçim patladı di mi ya..(nasıl söylicem lan!*a kasar) hani Izlanda'daki?!(cümle biter ama gerilim sürer)" işkence gibi resmen.. Ben Eyyaf dağı diyorum, yazarken de eyjafjahjdjkhdfjsdhgdgf diyorum anlıyorlar.. Anlamazlasa da "Yok mu İzlanda'daki" diyorum.. Nasıl yazılır nasıl okunur artık öğrendim(!) ama bu konsepti tercih ediyorum..

# "Katı Meyve Sıkacağı" ifadesi biraz sallantıda bi ifade değil mi?! Maksat kıllık olsa "Sıvı halde olan bi kaç meyve sayabilir misin?!" sorusunu sordurmaz mı?! Hani kıllık olmasa dahi sorar insan.. "Ama mesela portakal suyu normal sıkılıyor, havuç daha katı o yüzden adı öyle Synt" diyen fellower çıkmaz tabii de bu soru yönelirse "Portakalın ilk hali de katı ama illa senin dediğin gibi olacaksa 'Daha Katı Meyvelerin Sıkacağı' densin o zaman" derim.. E tabii detaya inersek bir ton böyle mantıksal olarak aslında olmaması gerekn kalıplaşmış ifade buluruz ama bizim evde hiç işe yaramayan ve ağa-paşa edasıyla yer kaplayan sıkacağa kılım, bu yazı ona ithafen yazılmıştır..

# Formspring.me çok güzel bir site.. Hele benim gibi merak eden, sorgulayan, cevap arayan ve bünyesinde bu araştırmacı, neden?!ci özellikleri taşıyanlar için.. Tabii cevaplamayı seven, kendi hakkında bilgi vermek isteyen ve tanıtma-tanınma amacı güden bünyeler için de gayet kullanışlıdır ki aslında bu iki özellik de her insanın doğasında az veya çok var gibi.. Beni değinmek istediğim şey kimsenin bana o portaldan soru sormaması.. Yani "Vay neden soranım edenim yok, hüngür şakırt lanedolası sosyal çevrem *sümkürür*" modunda değilim tabii ama tek kaş havada gevşek bi "Neden kimse sormuyor lan?!" yüz ifadesi de beliriyor inbox'ı her boş görüşümde.. Geçen bi arkadaşıma formspring mevzusu açıldığında bunun sebebi sence ne olabilir diye sordum, bana "Senin cevaların da soru gibi o yüzden bence." dedi.. "O ne demek şimdi?!" diye sordum, "Sence ne demek?!" dedi.. "Tanımlasam sana sorar mıydım?! dedim.. Gülüştük..

# Geceleri gündüzlere tercih ediyorum.. Çünkü gündüz bana doğal olarak hep yapılacak işleri, gidilmesi zorunlu olan yerleri anımsatıyor.. Öğrenci psikolojisi falan da değil.. Genelde kendimi hep hava karanlıkken mutlu ve rahat hissederim.. (Hayır, yazar burda vampirizm'e övgüde bulunmuyor) Gece kusurları örter, gece yalnızlığı da kalabalığı da iyi taşır, gece zaman daha keyifli geçer, gece her zaman daha karizmatiktir ve suit up! tarzını iyice sindirmiş bir havası vardır.. Sabahları "Kavurucam sizi aşağılıklar!" mesajı verircesine parıldayan D Vitamini kaynağı, aslında çok yararlı olan Güneş, gece yerini sessiz ve derinden, cool ve sağı solu belli olmayan Ay'a bırakır.. Sanki Güneş her daim neşesi yerinde olan Aslan erkeğidir, Ay değişkenliğini kazirmasıyla süsleyen İkizler erkeği.. (Biliyorum Güneş Aslan burcunun zaten, Ay da Yengeç burcunun aslında ama o düşünceyle bakmayın örneğe.. Burç konusuna da ayrıca değinicem bayıla bayıla, burdan kendime not) Kısacası Gece hertürlü çok daha avantajlıdır Gündüz'e göre.. Aksini iddia eden olursa seve seve +'lar ve -'ler olarak hazırlanmış bir yazı yazarım, hiç üşenmem..

# Diş ağrısı kadar berbat bi fizik acı var mıdır merak ediyorum.. İlla daha beterleri vardır dersen haklısındır ama diş ağrısı da kolaylıkla "kabir azabı tandanslı fiziksel acılar Top 10"de ilk üçte yer alır rahatlıkla.. Öyle yok rakı bas, yok kolanya gök, gripin al bi şeyin kalmaz falan da değil.. Diş ağrısı resmen yaramazlık yaptıktan sonra çıkan felaketi sinsi bi gururla izleyen çocuk edasında.. Hani küçük kardeşler vardır, odana girer de en sevdiğim dediğin bi eşyanı kullanılamaz hale getirir, anne bunu fark eder ve kardeşe kızar ama kızma işlemi bittiğinde giden anneden sonra hemen pis pis sırıtır ve "Yineyapıcamkiiwohahaha" alt yazılı bakışlar atar.. Heh işte diş ağrısı da öyle bi şey.. İlacı içersin -yani anne kızar, anlık bi rahatlama gelir.. Ama ilacın tesir süresini hatılarsın -anne odadan çıkar, fark edersin ki diş yine ağrıyacak -kardeş kötücül bi ifadeyle sırıtır.. Tıpkısının aynısı bi senaryo resmen..

# Müzik dinlemek benim için başlıbaşına bir ibadet sayılabilir.. O derece sevdiğim bi "Hobileriniz neler?!" cevabıdır.. Favori gruplarım asla değişmez ama yeni isimler için asla ketum bi tavır sergilemem.. Dinlediğim hemen hemen her grubu bir anıyla, olayla, duyguyla özdeşleştiririm.. Bunu ya çok benimsediğim için yapıyorum yada kafamda özel bir yerleri olsun, biraz "ben" hale getirmek için.. Mesela Trivium bende "Zor elde edilen bir zaferden sonra gülümseme hali" olarak kodludur.. Yaptıkları müzik çoğu zaman bende bu hissi uyandırıyor çünkü.. En depresif modda olsa dahi hep bi dik durma hali sezinliyorum şarkılarında.. Gerçi Metal'in genel tavrı, duruşu bu.. Trivium'da bunu gayet iyi başarıyor bana göre.. Diğer favorilerimi de kodluyorum işte böyle.. Ya katıksız öfke oluyor, ya bağışlama hissi oluyor, ya aşk oluyor, ya terkedişler.. Bazen çok mutlu bi anımda tanıştığım ve sevdiğim bi grup hemen tarafımda "mutluluk"la etiketleniyor, bazen gamlı bir moddayken dinlediğim full enerjik grup ise " T.T " ifadesiyle yaftalanmaktan kurtulamıyor.. Bu hep olan bir durum değil, aklımda sınıflandırrayım da tertipli olsun hali de değil.. Sadece soyut görselliğin somut sesle buluşmasının yarattığı duyguyu seviyorum ve size de tavsiye ediyorum..

7 Nisan 2010 Çarşamba

Bir Dilek Tut


Şimdi söyleyin bakalım hanginiz dilek tutmayı sever, hanginizin dilek tutmakla işi olmaz?! Sessizliğinizden anlıyorum ki hepiniz *swh* Bu oran genelde yarı yarıyadır insanlar arasında ama benim esasen merak ettiğim şey benim kadar dilek tutan kaç kişi var?! Bu merakımı pekala Facebook'ta "Çeşitli şeyleri bahane göstererek dilek tutanlar.. Kaç kişiyiz?! Aladdin'in cini için üç günde 3 Milyon olalım, hadi!" isimli bir grup açarak pekiştirebilirdim ki eminim üç günde üç milyon olamazdık.. Ve yine eminim ki Facebook kariyerim(!) boyunca asla böyle bir grup açmayacağım, o yüzden bu ismi beğenen girişimcilerden telif hakkı talep etmem.. Kullanmak istenen varsa buyursun ..lol.

Konumuza dönersek küçük yaştan beri "dilek tutma"nın büyüsü etkilemiştir beni.. Bahsi geçen hayali grup adındaki Aladdin'in öyküsünü ilk okuduğumda kendimden nasıl geçtiğimi dün gibi hatırlıyorum.. Hiç bir şeye sahip olamayan Aladdin nasıl da lambadaki cin sayesinde ülkenin sultanının kızını büyük aşkı haline getirip hayatını kökten değiştirmişti öyle?! Vay canınaydı adeta benim için.. Sonra Disney yapımı filmini izledim, o mavi cinden ilk dileyeceğim şeyin evcil bir kaplan olduğuna karar verdim..(yaa evet, prenses Jasmine'nin kaplanı Raja.. Ne sandın) Ama olayın öznesi hala dilek dilemenin dayanılmazlığıydı tabii..

Sonra aradan geçen yıllarda dilek dileme sevdamı en sevdiğim üç sayısını barındıran (diğeri için ıssız ada+üç şey) "3 dilek hakkın olsa ne dilerdin Synt?!" temalı sorulara "Sınırsız hakkım olmasını dilerdim heaheaheah" diye cevaplar vererek ama ben sorduğumda "Sınırsız hak diye bir şey yok!" diye çamurlaşarak pekiştirdim.. Bu konuyu baz alan bi korku filmi serisi olan "Wishmaster" sayesinde de pekiştirdiklerimi tükettim ama dilek dilemeye de devam ettim.. Yalnız artık ne dileyeceğimi daha iyi düşünür oldum ve isteğim şeyi cümleye düzgün dökmek de lazımmış kararını aldım ..lol Ama tabii yaşım büyüyüp mantığım hayal gücümle savaş başlattığında bu dilek tutma sevdamı yetişkin versiyonlara adapte etmeye başladım ve mavi Genie'den medet ummak yerine kayan yıldızdan, üflediğinde hepsi sönen mumdan veya tüm yaprakları uçuşan kara hindibadan medet ummaya başladım.. Eskisi gibi gönülden inanmıyordum belki ama hala sigara aldığımda paketi açar açmaz bir dilek sigarası çevirip dileğimi tutmayı da ihmal etmiyorum..

Hepimizin doğası gereği çaba sarfetmeden kavuşmak ister istediği şeylere.. Kimisi hiç çalışmadan Boğaziçi'nde okumak ister, kimisi boyu 10cm daha uzun olsun ister, kimi mavi gözlü olsun ister, kimi elini cebine her attığında 100 lira bulsun ister, kimi sevdikleri hiç gitmesin hep onlarla kalsın ister, kimi kahverengi saçlarından sıkılıp sarışın olmayı arzu ederken kimi de boğazını hiç tutmadan o minicik eteklere sığabilmeyi ister.. Dileklerimiz ne kadar imkansız, ne kadar manasız ve aslında ne kadar ulaşılabilir olsa dahi dilek dilemekten, hazıra konmayı istemekten asla vazgeçemeyiz.. Bazılarımız bunu saçma bulurken bazılarımız belki de benden de saplantılı bu konuda, bilemem.. Ama bu konuyla ilgili bildiğim şey şu ki dilek dilemekten zarar gören birini hiç görmedim.. Kimden ve ne şekilde istediğiniz önemli değil.. İsteyenin bir yüzü kara vermeyen LeBron James durumu da mevcut değil.. Küçük şeyler dileyerek belki de "karma"yı uyandırıyorsunuz, belki de "melek"ler sayesinde ilgili merciiye haber ulaştırıyorsunuz.. Fark eder mi?! Etmez.. Çünkü "Böyle olsaydı ne güzel olurdu, keşke olsa." demek de bir nevi bi hedef belirlemektir ve yerinde saymaktan çok daha iyidir..

p.s. Benim popüler dileğimi merak ederseniz; elime geçen her fırsatta muzipçe sırıtarak "İnşallah Oscar kazanırım." cümlesini kuruyorum hemen hemen.. Eğleniyorum da açıkçası.. Ama olur da bir gün gerçekten Oscar kazanırsam, ilk burdan duyuruyorum, kendime evcilleştirmek üzere bir kaplan yavrusu alıcam ve evet, adını da Raja koyucam kendi kendimin lambadan çıkan cini olurcasına (:

Allahını seven defansa gelsin!


Yukarıda gördüğümüz başlık herhalde Lionel Messi ile birebir karşı karşıya gelen ve saliseler içinde gol yeme olasılığı muazzam yüksek olan rakip takım kalecisinin aklından geçen bir kaç cümleden biridir.. (Diğerleri için bkz: "Aha..Yine gol yedim la", "Mesleği mi bıraksam?!"-optimistler için alternatif: "Adama bak ya.. Helalossunaslanıma" vs. vb.) Zira kalecinin çoğu zaman düşünmekten başka alternatifi olamıyor, mesleğini yapmak istemesi aciz bir çaba haline dönüşüyor.. Bugün bir kez daha şahit olduk ki Messi icat oldu, futbol bozuldu(!) .lol

Şimdi sevgili fellower, konumuzun bir futbolcu olmasını ilk etapta yadırgayabilirsin.. Yadırgamadıysan ne güzel, bu paragrafı okumadan bi altındakine geçebilirsin ama bence oku.. Ki zaten okuyacağını düşünerek devam ediyorum.. Dediğim gibi, normal olarak "Allaallaa şindi Messi nalaka ki yani?!" düşünebilecekleriniz çıkacaktır fakat unutulmaması gereken bir şey var ki son zamanlarda futbol camiasındaki hemen hemen her şey haklı sebeplerden ötürü Messi ile alakalandırılıyor.. Ve bende özellikle baba tarafımca küçük yaştan beri çok alakalıyım futbola klişe bir tabir olsa da fanatik bir Galatasaray'lı olarak.. İlkokul hayatım boyunca ilk 5 sene gittiğim her okulda takıma seçilirdim ve gittiğim hiç bir okulda kız futbol takımı yoktu.. Annemin beden hocalarına yalvar yakar halini hala unutamam.. *swh* Jübilemi(!) 5. sınıfın sonunda takım kaptanı olarak yaptıktan sonra artık hormonsal sebeplerden dolayı mı bilmiyorum, zil çalar çalmaz top koşturmak için bahçeye çıkmak yerine kız arkadaşlarımla takılmaya başladım.. İyi ki de öyle yapmışım çünkü şaka altmetinli de olsa profesyonel bir futbol kariyeri istemezdim çünkü bu sporun erkeklere yakıştığını düşünenlerdenim.. Ancak artık top koşturmadığımın top koşturanları izleyemeyeceğim anlamına gelmediği için artık futbol yaşantıma ekran karşısında devam ediyorum.. Ama bunu sadece Galatasaray'ın maçlarını izleyerek de yapmıyorum ki nitekim bugünkü Barcelona-Arsenal maçı bu yazının fitili oldu.. Ateşleyen de Messi'ydi..

Ülkemiz futbolla yatan futbolla kalkan bir ülke ama kimse kusura bakmasın, Turkcell Süper Lig bize ne zamandır ağız tadıyla oynanan maçlar izleme olanağı sunmuyor.. En son oynanan ve dünya çapında olan Galatasaray-Fenerbahçe derbisi bile tahminlerin üzerinde sönük geçti, oynanan futbol çok vasattı ve bunu yenilerek şampiyonluk potasından çıktığımız için söyleniyorum.. Demek istediğim; Türk futbol severlerin geneli artık keyifli maç izleme hissini yabancı liglerden almaya başladı.. Hatta önceliği Premier Lig'e, Seria A'ya, Bundesliga'ya ve tabii ki La Liga'ya veren fanatiklerimiz bile var.. Çünkü bu liglerden herhangi birinde oynanan bir maçı izlerken insanlar "futbol" izlediğini hissediyor.. Hala çok sevdiğim Ronaldinho sayesinde tanıştığım ve bu hissi belki de tek başına sağlayan bir takım var ki bünyesinde bulundurduğu her bir futbolcu şaheserken bu mükemmelliğin arasında bile öne çıkan üstün bir yetenek barındırıyor.. Messi'li Barcelona

Şampiyonlar liginde yarı finalistlerinden birini belirleyecek maçlardan biri de Barcelona-Arsenal maçıydı.. İngiltere'de oynadığı futbolla değil de 40dk.da1 denk gelen durumlarla 2-2 beraberlik skorunu elde eden Arsenal, İspanya'da Messi'den 4 tane yedi ve lige veda etmiş oldu.. Bu iki maç da öyle maçlardı ki insan izlerken katıksız bir keyif hissediyor inanın.. Yani düşünebiliyor musunuz ki bir takım karşısında Premier Lig'in ilk 5inde yer alan çok iyi bir takımı sanki antreman maçıymış gibi rahat bir şekilde bloke ediyor ama ilk gölü o takım atıyor?! Sonra kendisine sürekli "insan değilsin sen!" diye hitap edilen mucize adam çıkıp "Kendi evimizde dk18'de gol ha?!" diyerek ilki 4 dakika sonra olmak üzere birbirinden nefis toplam 4 gol atıyor ve takımının Şampiyonlar liginde en çok gol atan oyuncusu olarak bir rekora daha imza atıyor?! Ben düşünemezdim ama gözlerimle görmüş oldum.. Messi'li Barcelona öyle bir takım ki futbolla ilgili düşünemediklerinizi hatta düşlerinizi hayata geçiriyor.. Bir sezonda altı kupa alıyor, her oyuncusu kendi pozisyonunda dünyada ilk 5'e giren adamlardan oluşuyor ve oynadıkları hemen hemen her maçı bir futbol resitaline çeviriyor.. Son zamanlarda herkesin göz bebeği olmayı sonuna kadar hak eden nazarlardan korunasıca, üzerine kurşun döktürmek istediğim mucize adam Leo Messi dışında Kaptan Puyol, İbrahimoviç, İniesta, Pique, Milito, Xavi, Keita, Busquets, Abidal, Marquez, Krkic, Maxvell, Yaya Tore, Dan Alves "futbolcu" tanımının sözlüklerde karşılığı olurcasına mesleklerini icra ediyor.. Gel de hayran olma demez mi insan?! Deli gibi der..

Gelelim mucize adama yada babamın değişiyle "uzaylı"ya.. Yazının başında şaka ile karışık Messi ile karşılaşan karşı takım kalecisinin düşüncelerine alt yazı geçmiştim hani.. Barcelona-Arsenal maçında anladım ki bu durumun espiriyle bir alakası yok.. Gerçekten de Almunia'nın yüz ifadesi her golden sonra bu sözü doğrular bir hal aldı.. Maç spikeri "Messi 4 - Arsenal 1 tshehehe" diyerek espiri yaptı ama ona kim "Hadi len!" diyebilirdi ki?! Barcelona gibi yıldızlar karması diye nitelendirilebilecek bir takımda bile bu denli açık ara öne çıkabilen bir adama yaptığımız övgüler yeterli midir?! Bir kaç sene önce Adidas'ın "Imposible is Nothing" temalı reklamlarından da öğrendiğimiz gibi Lionel Messi gerçekten de imkansızlıktan gelerek imkansız olanı başardı, başarıyor ve başarmaya devam edecek.. Ve yarattığı bunca harikaya rağmen hala "efendi"liğini sürdürüyor, yeteneğine ters orantıda bir alçakgönüllülük örneği sergiliyor, Christiano Ronaldo gibi yetenekli ama güzel ve çapkın çocuk modunda, kulağında pırlanta küpe, kolunda her ay başka bir süper model'le gezmiyor.. Sempatikliğiyle gönülleri kazanıyor ki 3dk'da iki gol attığı takımın oyuncuları tarafından bile maç sonunda saçları karıştırılarak soyunma odasına gönderiliyor, en önemlisi de işini en iyi şekilde yapıyor ve mesleğine duyduğu aşkla çalışıyor, çalışıyor, çalışıyor.. Şimdi kim söyelebilir bu adam tüm dünya tarafından konuşulmayı hak etmiyor?! Bildin, kimse söyleyemez çünkü Messi bunu söyletmez..

İşte kimsinin "Messi futbolcuysa diğerleri ne?!" dediği, kimisinin ayakta alkışlamaktan yorulmadığı ama herkesin sevdiği, PES'te bile kazandıran küçük dev adam Lionel Messi ve takımı Barcelona hakkında ben bunları düşünüyorum.. Bu kadar yazmaya değer miydi?! sorusunu soracak olan bünyelere de internetin olanaklarını kullanarak Barcelona-Arsenal maçını ve Messi'yi izleyeme davet ediyorum.. Zira Esra-Ceyda kardeşlerin bile kayıtsız kalamayacağı, uzun zamandır yeşil sahalarda göremediğimiz bir maçtı bu.. Messi 4 gol attığı için değil, Messi'li Barcelona Arsenal gibi bir takımı futbolun tüm estetik yanlarını kullanarak nakavt ettiği için..

Darısı Real Madrid'le oynanacak şampiyonluk maçına diyorum ve sizlere "Rumba de Barcelona" şarkısı eşliğinde veda ediyorum.. Hatta bir de link veriyorum eğlenirken okuduklarımızı da pekiştirelim diye ..lol.! İyi seyriler ((: http://www.youtube.com/watch?v=bBqeQ0UxXCE